1- Adalet sıfatı, kişiyi büyük günahlar işlemekten ve küçük günahlara ısrar (devam) etmekten alıkoyan (nefsî/özsel) melekedir. [1]
2- Adâlet, kişiyi büyük günahlardan ve toplumda aşağılanma sebebi olan – bir lokma yemek çalmak gibi - küçük günahlardan ve – yolda bevl etmek gibi – mübah rezilliklerden alıkoyan melekedir. [2]
3- Adalet, kişinin özünde yerleşmiş, temekkün etmiş, onu büyük günahlardan, aşağılama sebebi olan küçük günahlardan ve rezil olan mübah işlerden alıkoyan melekedir. [3]
Adalet ne değildir?
1- İmam Gazâli şöyle diyor: “...(Adalet vasfında) kişinin günah işlemeden masum olması şartının olmadığı hususunda icma’ vardır, hilafî bir mesele değildir.” [4]
2- “Adalet, bir insanın hayır işlerinin şer/kötü işlerini geçmesidir. Yoksa, bunun manası kesinlikle ismet (günahlardan beri olma) değildir. Adalet sahibi bir kimse günaha, hatta büyük bir günaha bile düşebilir. Fakat bundan tövbe eder, geri döner ve ısrar etmez. İşte adalet sahibi kimse budur...” [5]
3- “Sahabenin adaletinden maksat, hata yapmaktan, günah işlemekten ve unutmaktan beri, masum olmaları değildir. Zira “ismet” sıfatı yalnızca peygamberlere hastır. Bundan kastedilen şey, sahabelerin Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) bilerek yalan söylememeleridir.” [6]
4- İmam Şevkânî, İbnü-l Enbârî’den (rahimehumellah) şöyle naklediyor: “Sahabenin adalet sahibi olmalarından maksat, onların ismet sahibi olup günah işlemlerinin imkansız olması değildir. Bilakis bundan kastedilen mana – adaletlerini zedeleyici herhangi bir işe bulaşmadıkları müddetçe – ayrıca bir başkasının tezkiye ve ta’diline (adaletlendirme işlemi yapmasına) ihtiyaç duyulmaksızın sahabenin rivayetin direkt olarak kabul edilmesidir. Ama gerçek şu ki, Allah’a hamd olsun sahabeden hiç kimse adaletlerini zedeleyici bir iş yapmamışlardır. (Yapan olmuşsa da önceden belirttiğimiz üzere bundan tövbe etmişler, adaletlerini korumuşlardır)” [7]
5- Bu hususta İmam Âlûsî ise şöyle diyor: “Sahabelerin adalet sahibi olmalarından kastedilen şey, büyük veya küçük günah işlememiş olamaları değildir. Bilakis muradımız onlar bu dünyada ahirete ancak temiz, günahlarından tövbe etmiş olarak irtihal etmişlerdir.” [8]
6- Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, büyük günah işleyip de had (ceza) yemiş sahabelerin – ki bunlar çok azdır – durumları, binlerce sahabeyi teşmil edemez, onların adaletini etkilemez. [9]
Adalet kavramında geçen “büyük günah işlemeyen” ifadesine karşın bazı sahabelerin had (ceza) gerektiren günahlar işlemesi itiraz olarak getirilirse buna şöyle cevap veririz:
“İslam alimleri bu hususta şöyle demiştir: ‘Büyük günah işlemiş olan sahabeler bu günahlarının hemen ardından tövbe etmişlerdir. Bu sahabelere, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den günahlarını temizlemesi (mecaz manada diyor) için kendisi üzerine had uygulamasını isteyen Mâiz b. Mâlik (radiyellahu anhû) ve herhangi bir kimse şahit olmadığı halde günahından arınmak için (çünkü had günahına kefaret olacak) zina yaptığını söyleyen Ğâmidiyye’li sahabe (radiyellahu anhâ) örnek verilebilir. Zaten “adalet” sıfatı ismet manasına gelmez. Ayrıca şu var ki, had/ceza gerektiren büyük günah işlemiş sahabelerin yalnızca çok küçük bir kısmından hadis rivayet edilmiştir.
Bunun örneği Velid b. Ukbe (radiyellahu anhû)’dur. Kendisi Hz. Osman (radiyellahu anhû) zamanında Kûfe valisi iken içki içmiş ve bunun üzerine had yemiştir.
Bu hususta Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallâ el-
Yemânî şöyle diyor: “Dalalet ehli kimselerin kendisiyle sahabenin adaletinin mutlaklığını, saygınlığını en çok tenkit ettiği isim Velid b. Ukbe’dir (radiyellahu anhû). Bunun yanında Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den rivayet etmiş olduğu tek bir rivayet bulmaktayız. Ancak bu hadis zaten zayıf bir hadis olup içeriği yine bu sahabenin kendi lehine yönelik değildir.
* İlgili hadis-i şerif: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke’yi fethettiği sıra ahali, çocukları ile Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) geldiler. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına getirilen çocukların başını okşayıp onlara hayır duada bulundu. O gün ben de (Velid b. Ukbe) Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna getirilmiştim. Ancak Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) başımı okşamadı (dolayısıyla bana dua etmedi). O’nu, benim başımı okşamaktan alıkoyan şey üstüme halûk kokusu sürülmüş olmasıydı.(*) İşte bu yüzden başımı okşamadı.” [10]
(*) Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) erkeklerin Halûk kokusu sürmelerini nehyetmişti. Bundan dolayı mübarek eline bu kokunun bulaşmaması için Velîd (radiyellahu anhû)’nun başını okşamamıştır.
İşte Velîd (radiyellahu anhû) hakkında bulabildiğimiz tek şey budur. Hadisin senedine baktığımızda zayıf olduğunu görüyoruz. Fakat bu zayıflık “Hemedânî” isimli ravinin cehaletinden (bilinmeyen bir ravi olmasından) kaynaklanmaktadır. Hadisin metnine bakacak olursak da herhangi bir münker veya kendisiyle Velîd (radiyellahu anhû)’nun tenkit edileceği herhangi bir şey mevcut olmadığı açıktır. Bilakis durum tam tersidir. Zira Velîd (radiyellahu anhû) Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) başını okşamadığını, ona duada bulunmadığını söylüyor. Burada şahsen sahabeler ile Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e iftira, yalan atma arasında çok sağlam bir engel olduğuna dair açık bir delil vardır. [11]
Sahabelerin her birinin adalet sahibi olduğunun delili.
“Sahabelerin hepsinin adalet sahibi olduğu kitap, sünnet, icma ve akıl ile sabit bir hakikattir.
1. Kur'an. Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor:
• "Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz." [Âl-i İmrân, 3/110]
• "Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız…" [Bakara, 2/143]
• "Muhâcirlerin ve ensarın ilkleri ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan razıdırlar. Onlara, sonsuza dek hep içinde kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Büyük bahtiyarlık işte budur." [Tevbe, 9/100]
• "O ağacın altında sana bağlılık sözü verdikleri sırada o müminlerden Allah razı olmuştur; gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur ve güven vermiş, pek yakın bir fetihle ve elde edecekleri birçok ganimetle de kendilerini ödüllendirmiştir. Allah, izzet ve hikmet sahibidir." [Fetih, 48/18]
• "O, Allah’ın elçisi Muhammed’dir. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler. Onları, Allah’ın lutuf ve rızâsına talip olarak hep rükûda ve secdede görürsün. Secdenin tesiriyle yüzlerine simaları oturmuştur; Tevrat’ta onlar için yapılan benzetme budur. İncil’deki misalleri ise bir ekindir: Çiftçileri sevindirmek üzere filiz verir, onu güçlendirir, kalınlaşır ve kendi sapları üzerinde durur. Onlar (müminler) yüzünden kâfirler öfkeden kahrolsunlar diye (böyle olmuştur). Onlar arasından iman edip dünya ve âhirete yararlı işler yapanlara Allah bir bağışlama ve büyük bir ödül vaad etmektedir." [Fetih, 48/29]
• "(Bu gelirler) Allah’ın lutuf ve rızâsının peşine düşerek Allah’a ve resulüne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan yoksul muhacirlerin hakkıdır. İşte onlar dosdoğru kimselerdir. (8) Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır. (9)" [Haşr, 59/8, 9]
Sahabenin faziletine, sadakat ve adaletine delil teşkil eden, fakat sözü uzatmamak için zikretmediğimiz daha nice ayetler vardır.
2. Sünnet. Bu hususta gelen hadislerin bazısını İki kısıma ayırmak üzere zikredecegiz:
a. Genel olarak sahabenin fazileti hakkındaki hadisler.
1- Ebû Saîd el-Hudrî (radiyellahu anhû)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Ashabıma dil uzatmayınız. Çünkü nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, sizden biriniz Uhud dağı kadar altın (mal) infak etse onların bir avuç sadakasının sevabına, hatta yarısının sevabına dahi ulaşamaz.” [12]
2- “İnsanların en hayırlısı benim astımda yaşayanlardır. Daha sonra onları takip edecek olanlardır (tabiiler)” [13]
3- Ebî Bekra (radiyellahu anhû)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Sizden şahit olanlar burada bulunmayanlara tebliğ etsin...” [14]
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sözü veda haccında söylemiştir. O sırada Allah Rasûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabının neredeyse hepsi orada idi. İbni Hibban’ın da Sahîh adlı eserinde belirttiği gibi, “Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sözü sahabelerin hepsinin adalet sahibi olduğuna, içlerinde kat’î surette mecruh ve zayıf bulunmadığına dair en büyük delildir. Zira içlerinde zayıf, adalet sahibi olmayan mecruh kimseler olsa idi Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sözünde mutlaka istisna yapardı...” [15]
b. Sahabenin bazısının fazileti hakkında gelen hadisler. Hususi olarak meçhul (bilinmeyen) olup ancak sahabe olan bir kimsenin adalet sahibi olduğuna delil olarak şu hadisi zikredebiliriz:
1- İbni Abbas (radiyellahu anhû)’dan rivayet edildiğine göre şöyle diyor: “Bir a’râbî Nebî (aleyhisselam)’a geldi ve “ben (ramazan) hilali(ni) gördüm” dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine “Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun elçisi olduğuna şehadet ediyor musun?” diye sorması üzerine “Evet!” cevabını verdi. Bunu duyan Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) “Ey Bilal! İnsanların yarın oruçlarını tutması için ezan oku” dedi...” [16]
2- Abdullah b. Muğaffel (radiyellahu anhû)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Ashabım hususunda Allah’tan korkunuz. Ashabım hususunda Allah’tan korkunuz... Benden sonra onları hedef almayınız. Kim onları severse ben de onu severim. Kim de onlara buğz ederse ben de ona buğz ederim. Ashabına eziyet eden bizzat bana eziyet etmiş olur. Ve kim bana eziyet ederse Allah’a eziyet etmiş olur. Kim de Allah’a eziyet edecek olursa Allah’u Teâlâ ona gazabıyla muamele edecektir.” [17]
Bazı kimseler bu hadis-i şerifi, senedinde yer alan “Ubeyde” isimli ravinin teferrüd etmesiyle ve “Abdurrahman” isimli ravinin de meçhul (bilinmeyen) bir ravi olması iddiasıyla zayıf görmüşlerdir.
Bu kimselere şöyle cevap verilir:
1. Abdurrahman’dan hadisi rivayet edenin yalnızca Ubeyde olması, bir diğer deyişle Ubeyde’nin teferrüd etmesi hadisin sıhhatine bir zarar vermez. Çünkü Ubeyde,
* Yahyâ b. Maîn’in söylediğine göre sika (güvenilir) [18]
* İbni Hacer’in söylediğine göre ise sadûktur. [19]
2. Abdurrahman, her ne kadar kendisinden sadece Ubeyde rivayet etmiş (meçhul bir ravi) olsa da İbni Hacer kendisi hakkında hadisinin kabul edildiğini ifade eden “makbûl” ifadesini kullanmış, [20] İbni Hibban ise kendisini sika râviler arasında zikretmiştir. [21]
Tüm bunlardan sonra mezkûr hadis ile amel edilebileceği ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu hadis ahkâma tealluk eden bir hadis de değildir. [22]
3- Ayrıca hususî olarak bütün hadis kitaplarındaki “Fedâilü’s-Sahâbe” babaları incelenebilir. [23]
3. İcma’. Sahabelerin her birinin adalet sahibi olduğu hususunda ehl-i sünnet ve’l-cemaat ve diğer mezhepler icma’ etmişlerdir. Bu hususta gelen icma' nakillerini zikredelim.
1. İbni Abdilberr şöyle diyor: “Müslümanlardan hak üzere olan insanların – ki bunlar ehl-i sünnettir – bu hususta gelen icma’larından dolayı ayrıca sahabenin adaletinin araştırılmasına gerek kalmamıştır.” [24]
2. Hatîb el-Bağdâdî ise şöyle diyor: “Sahabenin hepsinin adalet sahibi olması bütün İslam alimlerinin ve muteber İslam hukukçularının görüşüdür.” [25]
3. Muhammed b. Yezîd el-Yemânî ve İmam San’ânî, sahabenin adalet sahibi olduğunun ehl-i sünnet, zeydiyye ve mutezile tarafından icma’ edilen bir husus olduğunu belirtiyor. [26]
4. İbni Salah ise şöyle diyor: “Ümmet, sahabenin her birinin adaletli olduğu hususunda icma etmiştir. Aynı şekilde fitneye bulaşan sahabeler de – onlara Hüsnü Zan besleyerek ve de genel davranışlarının güzel olmasından dolayı – adalet sahibidir diyoruz. Görünen o ki, sanki Allah’u Teâlâ sahabelerin – şeriatın nakilcileri olmaları hasebiyle – onların durumlarında sürekli icma’ takdir/nasip etmekte...” [27]
5. hepsinin adalet sahibi olduğu hususunda daha birçok âlimden icma’ nakledilmiştir; İmam Cüveynî, Hafız İrâkî, İmam Gazâli, İmam Nevevî, İbni Kesir, İbni Hacer el-Askalânî, İmam Âlûsî ve daha niceleri... [28]
4. Mâ’kûl (akıl).
1. Hatîb el-Bağdâdî şöyle diyor: “Kur’an ve hadislerden zikrettiğimiz şeyler gerçekte olmasaydı bile kendilerinin halleri (hicret, cihad, zorluk ve sıkıntılar, Allah yolunda yardımlaşma, canlarını ve mallarını Allah için sarf etme, ana-babalarının, evlatlarının katledilmesi, dini hususlarda ciddi biçimde nasihatleşmeleri, güzelce birbirlerinin hatalarını söylemeleri, imamlarının kuvveti vs...) yine de onların hepsinin adalet sahibi olmalarını gerektirirdi.” [29]
2. Adududdîn el-Îcî ise şöyle diyor: “Tevâtür ile tehakkuk etmiştir ki, sahabeler Allah’ın emirlerini yerine getirmede, yasaklarından kaçınmada çok titiz davranmışlar, canları ve mallarıyla Allah’u Teâlâ yolunda cihat etmişlerdir. Hiç şüphesiz onların bu durumu, her birinin adalet sahibi olmamaları ile çelişir (yani adalet sahibidirler).” [30]
3. Aynı şekilde İbnu Humâmuddin ve Emîr Pâdişah el-Buhârî de bunun benzerini söylemiştir. [31]
4. Prof. Dr. et-Tâzî ise şöyle demektedir: “Sahabelerin tarihini araştıran, sâbikûnun (ilk İslam’a giren sahabelerin) İslam’a girdikten sonraki ve önceki hayatını inceleyen ve genel surette sahabelerin hayatlarını, siyerlerini bilen kişi görecektir ki, sahabeler büyük günah işlemez, küçük günah işlemede de ısrar etmezler. Kişiliklerini zedeleyici şeyler de yapmazlar. Bu davranışlarda bulunan sahabeler ise hemen tövbe edip yaptıklarından pişmanlık duyarlar...” [32]
Sonuç olarak, tüm bu saydığımız aklî ve naklî deliller ile bütün sahabelerin (radiyellahu anhum ecmaîn) adalet sahibi olduğu ortaya çıkmıştır. [33]
_________________
[1] Şebbir Ahmed el-Osmânî, Fethu’l Mulhim bi Şerhi Sahîhi Müslim, Dâru’l Kalem, Dimeşk, 1. Baskı, 2006, I, s.42.
[2] Tâcuddin es-Subkî, Cem’u’l-Cevâmi’ fî Usûli’l-Fıkıh, Matbaatu Dâri İhyâi Kutubi’l-Arabiyye, II, s.148-149; Prof. Dr. İyâde Eyyüp el-Kubeysî, Sahâbetu Rasûlillah, Dâru’l-Kalem, Dimeşk, 1. Baskı, 1986, s.267.
[3] Celâleddin es-Suyûtî, el-Eşbah ve’n Nezâir, s.413. Adalet teriminin farklı tanımları için bkz. Prof. Dr. İyâde Eyyüp el-Kubeysî, Sahâbetu Rasûlillah, s.261-269; Prof. Dr. Nureddin Itr, Menhecu’n-Nakd fî Ulûmi’l-Hadîs, Dâru’l-Fikr, Dimeşk, 38. Baskı, 2020, s.79; a.g.m, Usûlu’l-Cerh ve’t-Ta’dîl, s.41; İmam Sehâvî, Fethu’l-Muğis, II, s.34; Şeyh Abdullah Sirâceddin, Şerhu Menzûmetu’l-Beykûniyye, Dâru’l-Felâh, Halep, 2009, s.36; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye, (nşr. Ahmed Ömer Hâşim), Beyrut, 1986, s.101-103; Prof. Dr. Ahmet Yücel, Hadis Usûlü, MÜİFVY, İstanbul, 39. Baskı, 2018, s.110...
[4] A.g.m, el-Mustesfâ I, s.157; ayrıca bkz. Şebbir Ahmed Osmânî, Fethu’l Mulhim, I, s.46.
[5] Prof. Dr. Nureddin Itr, Usûlu’l-Cerh ve’t-Ta’dîl, s.41.
[6] Prof. Dr. Mustafa Emîn İbrâhim et-Tâzî, Muhâdarât fî Ulûmu’l-Hadîs, I, s.140; Prof. Dr. Muhammed Ebû Şeybe, Difâ’ ani’s-Sünne, Risâle yayınevi, İstanbul, 2020, s.365.
[7] İmam Şevkânî, İrşâdu’l-Fuhûl ilâ Tahkîkî’l-Hakki min İlmi’l-Usûl, Matbaatu Mustafa el-Bâbî, Mısır, 1. Baskı, s.70; Prof. Dr. İyâde Eyyüp el-Kubeysî, Sahâbetu Rasûlillah, s.300.
[8] İmam Âlûsî, el-Ecvibetu’l-İrâkiyye, el-Matbaatu’l-Hamîdiyye, Bağdat, s.23; a.g.m, Rûhu’l-Meânî, İdâretu’t-Tabâatî’l-Münîra, Beyrut, XXVI, s.146-147.
[9] Bkz. Prof. Dr. Muhammed Ebû Şeybe, Difâ’ ani’s-Sünne, s.437-438; İbni Teymiye, el-Akîdetu’l-Vâsitiyye, s.25-26.
[10] Ebû Dâvûd, Sünen, 4181; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 16379.
[11] el-Yemânî, el-Envârü’l-Kâşife, s.272. ayrıca bkz. Prof. Dr. Nureddin Itr, Usûlu’l-Cerh ve’t-Ta’dîl, s.53-54.
[12] Buhari, Fedâilü’s Sahabe, 6/8; Müslim, 7/118.
[13] İbni Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahabe, I, s.21. (Mütevatir)
[14] Buhari, Kitâbu’l-İlim, 1/31; Müslim, Kitâbu’l-Kasâme, 3/1306.
[15] İbni Hibban, Sahîh, I, s.90. Ayrıca bkz. Prof. Dr. İyâde Eyyüp el-Kubeysî, Sahâbetü Rasûlillah, s.271.
[16] Ebû Dâvûd, 2340; Tirmizî, 691; Nesâi, 2113; İbni Mâce, 1602; İbni Hacer el-Askalâni, Tahrîcu Mişkâti’l-Mesâbîh, II, s.318. (Hasen) hüküm için bkz. A.g.e, mukaddime (önsöz).
[17] Tirmizî, 3862; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, s.45; Beyhakî, Şu’bu’l-Îmân, II, s.191; Heysemî, Mevâridu’z-Zam’ân ilâ Zevâidi İbni Hibban, el-Matbaatu’s-Selefiyye, s.568-569.
[18] İmam Zehebî , el-Kâşif fî Ma’rifeti Men lehu Rivâyetun fi’l-Kitabi’s-Sitte, Dâru’n-Nasr, Kâhire, 1. Baskı, 1972, II, s.241.
[19] İbni Hacer el-Askalânî, Takrîbu’t-Tehzîp, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 2. Baskı, 1975, I, s.547.
[20] a.g.e, I, s.480.
[21] Bkz. İbni Hacer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîp, Matbaatu Dâirati’l Meârifi’n Nizâmiyye, Hindistan, VI, s.176-177.
[22] Prof. Dr. İyâde Eyyüp el-Kubeysî, Sahâbetu Rasûlillah, s.281-282.
[23] Bkz. Buhari, 3649-3775, Dâru İbn Kesîr, Dimeşk, 1. Baskı, 2002, s.897-924; Müslim, 2381-2547, Dâru’l-Muğnî, Suûdi Arabistan, 1. Baskı, 1998, s.1298-1378...
[24] a.g.m, el-İstîâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, Matbaatu Nehdati Mısır, Kâhire, I, s.19.
[25] a.g.m, el-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye, s.49.
[26] Bkz. San’ânî, Tevdîhu’l-Efkâr, II, s.469; ayrıca bkz. Prof. Dr. İyâde Eyyüp el-Kubeysî, Sahâbetu Rasûlillah, s.271.
[27] a.g.m, Mukaddimetu İbn Salah, Dâru’l-Kutubu’l-İlmiyye, Beyrut, 1978, s.147.
[28] Bkz. Prof. Dr. Nureddin Itr, Usûlu’l Cerh ve’t-Ta’dîl, s.41. Sırasıyla bu husustaki alimlerin sözleri için bkz. İmam Sehavî, Fethu’l Muğîs, III, s.103; İrâkî, Şerhu’l-Elfiyye, III, s.13-14; Gazâli, el-Musteafâ, s.189-190; Nevevî, el-Mînhâc Şerhu Müslim, XV, s.149; a.g.m, Takrîb, II, s.214; İbni Kesîr, el-Bâhisu’l Hasîs Şerhu İhtisâri Ulûmi’l Hadîs, s.181-182; İbni Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahabe, I, s.9; Âlûsî, el-Ecvibetu’l-İrâkiyye ale’l-Es’ileti’l-Lâhûriyye, s.10. Daha fazla icma’ nakli için bkz. Prof. Dr. İyâde Eyyüp el-Kubeysî, Sahâbetu Rasûlillah, s.272-274; Prof. Dr. Muhammed Accâc, Usûlu’l-Hadîs, s.399; Şeyh Abdülhamit Bahît, Dirâsât Târîhiyye fi Ricâli’l-Hadîs, Matâbi’ Nâsıri’l-Arabî, Kâhire, 1. Baskı, s.30; Şeyh Edîp Ali Fehmî, Hüsnü’s-Sahâbe fî Şerhi Eş’âri’s-Sahâbe, Dâru’s-Saâde, 1907, I, s.10; Prof. Dr. Mustafa Sibâî, es-Sünnetu ve Mekânetuhâ fi’t-Teşrîi’l-İslâmî, Çev. İshak Doğan, Bekâ yayınevi, İstanbul, 2018, s.299; Prof. Dr. Muhammed Ebû Şeybe, Difâ’ ani’s-Sünne, I, s.299; Prof. Dr. Mustafa Emîn İbrâhim et-Tâzî, Muhâdarât fî Ulûmu’l-Hadîs, I, s.40...
[29] a.g.m, el-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye, Matbaatu’s-Saâde, 1. Baskı, s.97.
[30] a.g.m, Şerhi Muhtasaru’l-Müntehâ li İbni’l-Hâcib, Matbaatu’l-Fecâleti’l-Cedîde, 1973, II, s.67. ayrıca bkz. Sahâbetu Rasûlillah, s.283.
[31] Bkz. Emîr Pâdişah, Teysîru’t-Tahrîr ve Şerhuhu, III, s.65.
[32] a.g.m, Muhâdarât fî Ulûmu’l-Hadîs, Dâru’t-Te’lîf, Mısır, 4. Baskı, I, s.144; Sahâbetu Rasûlillah, s.234.
[33] Prof. Dr. Nureddin Itr, Menhecu’n-Nakd fî Ulûmu’l-Hadîs, s.112-114. Geniş malumat için bkz. Prof. Dr. İyâde Eyyüp el-Kubeysî, Sahâbetu Rasûlillah, s.261-301.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder